18 Kasım 2015 Çarşamba

Adıyaman'dan Vazgeçmeyin

Suruç, Amed ve Ankara'da bombalar patlayıp insanlar ölünce herkes aynı şehrin adını telaffuz etmeye başladı; Adıyaman. Uluslararası basın dahil gazeteciler adı daha önce yerel hava durumu raporlarında bile anılmayan bu küçük kente akın etti. Dışarıdan gelip gidenler olanı biteni anlayıp, diğerlerinin merakını gidermeye çalışırken çoğu zaman karanlıkta bir fili tanımlamaya çalışır gibi davrandılar. Kimi uzun bir hortum, kimi büyük bir yelpaze diyerek bütünün kendi temas ettiği parçasını tanımladı. Modern insanın basit, görünür olan cevabı kabullenme güçlüğü kendini yine gösterdi.

"Temiz kendi halinde bir müslüman olsun", "it-kopuk olmasın", "bana laf getirtmesin" kaygısıyla küçük yaştan mahallenin Kur'an kursuna verdikleri çocukları tarikatlara yükseldiğinde sevinen, sonrasında aynı çocuklara Raqqa veya Tel Abyad'da "evine dön" diye yalvaran anne-babaların tanıklıklarını zaten okuduk. Bir kısmı durumu gizlerken, bir kısmı binlerce kere pişman bir halde devletin, partilerin, emniyetin kapılarını aşındırıp çocuklarını geri istediler. Başaranların hikayesini henüz bilmiyoruz ama başaramayanların bazılarının, ölüm makinasına dönmüş çocuklarının parçalarını, masum kurbanlarının parçalanmış vücutlarının arasından ayırıp defnettiklerini gördük.

Peki sorun nedir?

Adıyaman'dan bir Raqqa ya da Musul hikayesi bekleyenler olabilir, baştan söyleyeyim hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Burası öyle bir yer değil. Sorun hepimizin tahmin edebileceği kadar bilindik ve can sıkıcı. Asıl sorun nüfusunun üçte biri alevi olan, mesela Malatya'dan daha "seküler", ya da Diyarbakır'dan daha Kürt bu şehrin genetiğiyle oynanmış olması. Özellikle 1980'den bu yana adım adım şehire hakim kılınan iklimi anlarsak olayın polisiye yönü bir detay olarak kalır. Darbe olur... Asiler ve asi adayları kırılır, bastırılır, sürülür... Devletin resmi politikalarını yayacak yollar açılır... Kadrolar yetiştirilir ve gerekli yerlere yerleştirilir... Diğer yollar kapatılır... Artık tohum atılmaya müsait bir toprağınız vardır. Özetle, sorun devletin Türk-İslam sentezi temelinde yıllar yılı insanların tepesinde sallandırdığı asimilasyon/kişiliksizleştirme politikasının, Adıyaman'ın bir iki özgün koşulu ile buluşmasından ibaret. 

İnternette Adıyaman diye bir arama yaptığınızda kentin adının hemen yanında "huzur kenti" olmakla ve Kürdistan'ın "terörle anılan" diğer şehirlerine benzememekle övünen Adıyamanlıların sayısına şaşıracaksınız. "Huzur kenti" sıfatı, kenti bunca zamandır yöneten bürokrasi ve elitin başkaldırmayı pek sevmeyen, halihazırdaki kabın şeklini almayı meziyet bilen, uysal Adıyaman'a taktıkları isim. Gerçekten öyle uysal ki, Kobane eylemlerinde sokağa çıkıp lastik yakan, yol kapatıp taş atan gençlere müdahaleye giden TOMA sürücüsü, manzara karşısında dehşete düşüp, 15-20 polis arkadaşını ezmişti. Nedense ben bu sıfatı uslu duran çocuğu şeker ile ödüllendirmeye benzetirim.

Devletin tüm imkanları kullanarak Fırat'ın diğer tarafında ki aydınlanma ile bağlarını kopardığı, Kürt siyasi hareketinin çok uzun zaman ihmal ettiği "huzurlu" küçük kentin sokaklarında dolaştığınızda ise isimlerini Kur'an'dan apartmış onlarca "İslami yardım derneği" görürsünüz. Hükümetten emniyete, belediyeye kadar kamunun tüm imkanları ile donatılmış İHH gibi kurumlar şehrin en merkezi, en görünür yerlerinde boy gösterirler. İsrail mezalimi, Esad'ın mazlumlara çektirdikleri hatta Myanmar'da ki müslümanların uğradığı katliamlar gelen geçen herkesin gözüne sokulur. Bir illüzyon gösterisi gibi uzakları işaret eden parmağı takip edenler, burunlarının dibinde ki trajedileri elbette göremezler. Eski 'yerel' isimler yavaş yavaş değişir, caddeler Filistin, parklar Necip Fazıl, mahalleler Fatih ya da Turgut Reis olur. Öyle ya, Xarxar diye mahalle adı mı olur?

Nüfusun yarısının yaz aylarında Malatya'da kayısı, Giresun'da fındık toplamaya gittiği bu ırgat şehrinin en zengin kurumu bir Nakşibendi dergahı olan Menzil. Taşımacılıktan süt ürünlerine petrol istasyonlarından meyve suyu üretimine uzanan dillere destan, göz kamaştırıcı bir zenginlikten söz ediyoruz. Bu durum bile şehrin yokluktan kıvranan sakinlerine dinin gerektiğinde zenginleştirici tarafı ile ilgili muhtemelen bir fikir veriyordur. Kentin bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ki fabrikalarında iş bulamayan, işsizlikten, yoksulluktan, can sıkıntısından kahvelere, çay ocaklarına üşüşen, en küçük umut ışığına koşarak gitmeye hazır gençleri cennet, para, yetki vaadi ile örgütlemek muhtemelen çocuk oyuncağı olsa gerek. Hele arkasında resmi bir politikanın kokusu varsa. Son 10-15 yılda eski zenginler ortadan çekilince, meydanlarda boy gösteren muhafazakar, partili yeni tip zenginlerden bahsetmeye bile gerek yok. 
 
Herkesin birbirini tanıdığı ve bir diğerinin ne yaptığı ile aşırı ilgilendiği bu şehirde devletin dahli  olmadan insanları örgütleyen gizli bir selefi örgüt arayanlar için de kötü haberlerim var. Bu mümkün değil. Ailelerin tanıklıklarından anlıyoruz ki; umutsuzca çocuklarını arayan ailelerin bir kısmı onları polise ihbar ederek aslında hedef göstermişler. Böylece organizatörler için hedef kitle oldukça belirginleşmiş. Bütün bu zehirli iklimin yarattığı bataklıkta devletin kendisi ölümcül çiçekler yetiştirmiş. 

Tüm bu olanların buna ilişkin bir yönetmelik varmış gibi Kürdistan ve Türkiye'nin bir çok şehrinde uygulandığına eminim. Ne Bingöl ne Antep ne de Konya istisna. Adıyaman'ın tek farkının böyle bir hücrenin canlı bomba ekibi olarak seçilmiş olması. Ellerimizi çaresizlik içinde iki yana açıp "ne yapalım?" demeyin. Daha kazanılacak bir şehir ve gidilecek uzun bir yol var. Adıyaman'dan vaz  geçmeyin.

Kobane'den beri bu şehirde bir kıpırdanma var. O tek ses olma hali çatlamaya başladı. Kürtler bu bataklığı kurutabilir. Serhat şehirlerinde bunun örnekleri var. Zor olabilir ama hangi işimiz kolay oldu ki? Adıyaman'a sahip çıkın. 

2 Kasım 2014 Pazar

Kobane Günlüğü; IŞİD’e Karşı Eşsiz Direnişle Savaşan Şehrin İçinde 4 Gün (2. BÖLÜM)


Sokak Çatışmaları Yoğunlaşıyor

10 Ekim Cuma: Hava saldırıları sürerken, bir Kürt yetkili IŞİD’in kentin dış mahallelerine sürüldüğünü iddia ediyor. ABD ordusu Kürtlerin “IŞİD karşısında tutunduğunu” açıklıyor.

Kobane’nin iç bölgelerinde yoğun hava bombardımanı ve sokak sokak çatışmaları bu gün yoğunlaştı. IŞİD mahalleleri hedef aldıkça patlamalar her yerden görülüyor ve duyuluyor artık. Saldırılarını görülmemiş bir boyuta taşıdılar. IŞİD havan ve topları Kobane merkezindeki binalara ayrımsız ve bir biri ardına düşüyor. Bu gün yoğunlaşan havan saldırıları IŞİD’in şehir içinde kuvvetli bir saldırıya girişeceğine işaret ediyor. Bu günkü yoğun bombardımandan anladığımız kadarıyla IŞİD, katliamına devam etmek için daha fazla top ve ağır silah takviyesi yapmış.

IŞİD’in kaleleri sayılan komşu Cerablus ve Tel Abyad’dan da takviye aldıkları anlaşılıyor. Çatışmalar batıdaki halk bahçesinin yakınlarında yoğun bir şekilde sürüyor.

Koalisyon hava saldırıları Mubtal ve Muştenur yakınlarındaki IŞİD mevzilerini vurdu. Bununla birlikte en yoğun sokak çatışmaları şehrin batı ve güney mahallelerinde oluyor. Bu gün güneydeki Botan mahallesine gittim ve bunca yıllık Suriye iç savaşı boyunca görmediğim yoğunlukta bir sokak çatışmasına tanık oldum. Çatışmalar rahatsız edici ve çok düzensizdi. Tam bir kaos haliydi. 

Mahallenin her yerinde çatışmalar sürerken istisnasız her binaya bombalar aralıksız düşüyordu. YPG savaşçıları ırayı terk edip şehir merkezine dönmemi söylediler çünkü tehlike git gide artıyordu. Her tarafta tarif edilemeyecek kadar toz vardı. Ayrıca IŞİD tanklarının yıktığı binalardan caddeye yayılan enkaz yüzünden bütün her yer gibi Kürt savaşçıların üniformaları ve yüzleri de toza bulanmıştı.
Yerde dokuz tane IŞİD’linin cesedini sayabildim ve bir YPG savaşçısı bana sabah saatlerinde, yıkık binalarda saklanan YPG’lileri fark etmeden ilerleyen bir grubu pusuya düşürdüklerini ve tümünü öldürdüklerini anlattı.

Hayatını kaybetmiş iki ve kötü yaralanmış beş YPG savaşçısı vardı. Camları kırık, her tarafı kurşun deliği dolu eski bar ambulans yaralı YPG savaşçılarını alıp uzaklaştırdı.
Ambulansı sivil kıyafetli bir Kürt kadın kullanıyordu, kadın hemşire ile birlikte yaralı savaşçıları geçici hastaneye götürdüler. Mahalle toz ve molozla öylesine kaplanmıştı ki bu kahraman kürt savaşçıların bu kaotik atmosferde nasıl savaşabildiklerini merak ediyordum.

Gözümün gördüklerine inanmakta zorluk çekiyordum. Çatışmalar hiç aralıksız sürerken, bombardıman da yoğunlaşıyordu. Orayı terk edip merkez hal’in olduğu yere dönmek istedim ama Mustafa Watani hastanesinin oradaki yoğun sokak çatışmalarından dolayı bir süre kımıldayamadım.

Bu alandaki çatışma en kötüsüydü. Hayatımda daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Hastaneden 200 metre uzakta ayakta duruyordum ve gökten yağıyormuşçasına düşen havanları görüyordum. Tanrıya şükür ki hastane boş yoksa ciddi bir sivil katliamı olabilirdi. Kobane içinde Güney ve Doğu mahallelerinde her beş dakikada bir karşılıklı ateş ve bombardıman sesi duymak işten bile değil, aralıksız ve hiç durmayan bir bombardıman ve çatışma.

IŞİD silahlıları bu kadar yıkımı gerçekleştirecek her türlü ağır silaha sahipler fakat Kürt savaşçılar sadece el yapımı patlayıcılar, eski kalaşnikovlar ve RPG’lerle karşılık verebiliyor. Bu eşitsiz bir savaş ve bütün dünya bunu biliyor. Buna rağmen Kobane’yi koruyan direnişçilerin ve halkın morali inanılmaz. YPG ve YPJ niçin ve neye karşı savaştıklarını çok iyi biliyorlar.

Bu Kürt kadın ve erkeklerinin insani değerleri ve onuru yeryüzünden kaldırmaya niyetli IŞİD’e karşı savaşırken ve kendilerini feda ederken bunu tüm dünya adına yaptıklarına inanıyorum.
Mustafa Watani hastanesinin yakınlarında sağ ayağı sarılı ve topallayan kürt bir kadın savaşçıyı binanın köşesinden IŞİD mevzilerine ateş ederken gördüm. Dünya bu kadın savaşçıların kahramanca ve cesur direnişinin hakkını vermiyor.

Ardından daha önceki çatışmalarda yaralanmış ve kolları sargılı olduğu halde kararlı bir şekilde savaşan iki YPG savaşçısı gördüm. Savaşçılar cephede birbirlerinin moralini yükseltmek için sloganlar atıyorlardı. Örneğin “ya vatan ya ölüm” Botan mahallesindeki kaotik çatışmaların içinde sürekli duyduğum sloganlardan biriydi. Heval sözcüğü de birbirlerine seslenirken ya da uyarırken en çok kullandıkları sözcük.

Sağlam bir şekilde şehir merkezine döndüm ama hala tanıklık ettiğim olayların şokunu atlamamıştım. Yolda yürürken daha önce Asayiş’te çalışan 21 yaşındaki Kürt savaşçı Dilovan Salih’e rastladım. Salih PYD binasının önünde oturmuş silahı elinde sigarasını içiyordu. Çok üzgündü ve ben onu hiç bu kadar mutsuz görmemiştim. Bana IŞİD silahlılarının Kobane dışındaki Pinar köyünde çiftçilik yapan ve köyünü terk etmeyi reddeden 74 yaşındaki dedesinin kafasını kestiklerini haber aldıklarını anlattı. Kuzenlerinin ve amcalarının şimdi Türkiye’de olduklarını ve haberi doğrulatmak için onları aradığını söyledi çünkü IŞİD dedesinin kafası kesilmiş cesedinin resmini internette yayınlamış.

Ona sarıldım fakat ona soruyu hiç sormamış olmayı diledim çünkü anlattıktan sonra daha mutsuz olmuştu. Köylerde girişilen bu katliamları duydukça her an şehirde kalan binlerce insana ne olabileceğini fark edip, ürperiyorsun. Özellikle saldırılar yoğunlaşıyor ve bombardımanlar her yönden şehre bu kadar yaklaşıyorken çok korkutucu.

Kürt yetkililer ve komutanlar tüm sivilleri Kobane’yi terk edip Kuzey Kürdistan’a geçmeleri konusunda uyarıp duruyorlar. Bu gün 400 civarında daha sivil ayrıldı fakat diğerleri mülteci olarak gidip başka yerde kalmaktansa burada kalıp ölmeyi tercih ettiklerini söyleyip kalmayı seçtiler. Yaşlıca bir adam sınırda Türk askeri tarafından vurulup ya da yakalanmaktan, Türkiye’de sokaklarda kalan terk edilmiş mülteci olmaktansa evinde ölmeyi tercih ettiğini söyledi. Saldırılar yoğunlaştıkça katliam riski yükseliyor fakat diğer yandan direniş sürüyor.


18 Ekim 2014 Cumartesi

Kobane Günlüğü; IŞİD’e Karşı Eşsiz Direnişle Savaşan Şehrin İçinde 4 Gün (1. BÖLÜM)

Yazan : Heysam Müslim / 15 Ekim 2014


IŞİD’in ve başka birçok medya kaynağının yaydığı yalan ve propagandalara karşı durmak ve milyonlarca Kürde Kobane’de aslında ne olduğunu anlatmak için şehirde kalıp gerçekleri haber yapmayı tercih ettim.

Benim haberlerimin amacı, Kobane’de Kürt soykırımı gerçekleştirmek için terörün her çeşidini aralıksız olarak kullanan IŞİD saldırılarına, eşsiz ve inanılmaz bir direnç ile cevap veren şehrin gerçekliğini ve Kobane’nin canlı olduğunu tüm Kürtlerin bilmesini sağlamak içindir.

IŞİD’inkine ek olarak uluslar arası medya kurumları da Kobane’nin neredeyse tamamen IŞİD’in silahlı elemanlarının eline geçtiğini haber verdiler fakat bu Kobane’nin direncini kırmak için üretilen süzme bir yalandır. Doğru olsaydı ben bu haberi yazıyor olamazdım.

Bazı kaynakların yaydığı propagandaya karşı durmak için şehrimde kaldım. Ayrıca ben burada kendi halkımla beraber ölmek istiyorum çünkü Kobane’yi terk etmek çözüm değil. Burada, Suriye’nin başka yerinde ya da Türkiye’de, Kürtler zaten öldürülüyor. Bu yüzden neye mal olursa olsun kalmayı ve gazeteciliğimle şehrimin direnişine katkıda bulunmayı tercih ettim.

Burada yiyecek, yakıt, silah ve uluslar arası destekten yoksun bir halk IŞİD terörüne karşı inanılmaz bir direnişe öncülük ediyor. IŞİD silahlıları haziran ayı içerisinde Musul ve başka yerlerde Irak’ın beş kolordusunu bir günde yendiler ama Kobane yaklaşık bir yıldır kuşatılmış olmasına, tüm Kürt ve Suriye şehirleri ile bağları kesilmiş olmasına rağmen neredeyse bir aydır direniyor. Kobane direnişiyle zaten bir tarih yazdı ve ben bu trajik ve kahramanca hikayenin anlatıcısı olmak istiyorum.

9 Ekim Perşembe:  Türkiye’nin üstünde sınır geçişlerini izlemek yerine askeri olarak müdahale etmesi için baskı kuruluyor. Fakat hükümet Esad’ın hedeflenmesi ve uçuşa yasak bölge olmadan müdahale etmek istemiyor.

Bu gün, IŞİD’in devam eden korkunç saldırılarına karşı Kobane direnişinin 25. günü. Neresinden bakarsanız, burada olanlar olağanüstü şeyler. Şehrin tüm dış mahalleleri ve içerideki bazı mahallelerinde çok yoğun çatışmalar sürerken, şehirdeki herkes bu tarihsel direnişte ve şehrin savunmasında bir rol oynuyor.

Kuşatma altındaki hayat insanları bir araya getirdi. IŞİD’e karşı direnişi yükseltmek için herkes artık birer gönüllü, doktorlar ve hemşireler hastanelerde ücretsiz çalışıyor, esnaf dükkanlardaki tüm yiyecek, içecek ve malları savaşçılara ve diğer sivillere ücretsiz dağıtıyorlar.

Çocukları cephede savaşan cesur anneler bir araya gelip kim açsa ve ihtiyacı varsa onlar için yemek pişiriyrolar. Para artık önemsiz çünkü herkes elindeki avucundakini paylaşmak istiyor, bu dayanışma ruhunun şehrin savunmasına yardım edeceğini düşünüyor. Herkes büyük bir ailenin parçasıymış gibi davranıyor.

Kobane direnişinin ruhunu ateşleyen sahadaki bu dayanışmadır. Silah tutabilen genç, yaşlı herkes silahlanıp şehri sonuna kadar savunmaya yemin ettiler. Bu gün PYD eşbaşkanı Asya Abdullah ve Kanton hükümeti eş başkanı Enver Müslim’i sırtlarında kalaşnikovları ile savaşın en yoğun olduğu doğuda ki mahallelere giderken gördüm.

IŞİD silahlılarının birkaç önemli binaya sızdığı Doğu mahallelerinde ki çatışmalar artık tam bir şehir gerilla savaşına döndü. Sanayi mahallesi Sina’a başta olmak üzere, doğu bölgeleri sokak sokak çok yoğun çatışmalara sahne oluyor. Ayrıca Miştenur tepesinin sarp etekleri ve Mişar mahallesinde de çok yoğun çatışmalar var.

Hava saldırılarının IŞİD savaşçılarını vururken bir binayı yerle bir ettiği Taxa Araban mahallesinde vahşi bir sokak savaşı sürüyor. Batı mahallelerinde henüz ilerleme kaydedemeyen IŞİD ile savaş sürüyor. YPG ve YPJ savaşçılarının bir iki gün önce IŞİD ilerleyişini durdurduğu Batı Kobane'nin Gulmit köyünde ki bir IŞİD mevzisi uçaklar tarafından vuruldu.

IŞİD’in ayrım gözetmeden sürdürdüğü bombalamalar da devam ediyor. Şehrin iç bölgelerine her on dakikada bir top ya da havan mermisi düşüyor. Patlamaların yıktığı binalardan gökyüzüne yükselen siyah ve beyaz dumanlar gökyüzünü tamamen kaplamış.

Bu normal bir savaş değil, çünkü IŞİD’in silahlıları Kobane içinde yaşayan her canlıyı öldürmek istiyor. Nasıl uyuduğumuzu merak ediyor olabilirsiniz. Artık hiçbir şeyin normal seyrinde olmadığı bu şehirde uyku düzeni de değişti. Aslında insanlar herhangi bir yerde herhangi bir zamanda uyuyabiliyor ama bir saatliğine bile aralıksız uykuya dalmak mümkün değil. Silah sesleri, top mermileri, patlamalar ve şehrin her tarafında gördüğünüz yıkım sahneleri sinirleri bozuyor. İnsanlar hep evlerinin dışında, silahlı ve IŞİD’e karşı savaşmak için alarm halinde. Silahlı güçler için bile nöbet değişimi yok çünkü herkes sürekli olarak tüfeği, tabancası ve bombaları ile yiyor, içiyor ve uyuyor.

Uyumak istiyorsan herhangi bir yerde uyuyabilirsin çünkü etraftaki diğer herkesin alarmda olduğunu biliyorsun ama çoğu zaman dinlenirken aslında uyumayıp, uyuyormuş gibi yapıyoruz. Bir eve girip uyumak istediğimde Kobane’de ki insanların soykırım ile yok edilebileceği ya da herhangi bir anda başıma bir bomba ya da top mermisi düşebileceği fikri aklıma üşüşüyor. Bu durum beni uyumaktan alıkoyuyor ve sanırım buradaki herkes aynı durumda.

Doğru dürüst elektrik, su hatta silah bile yok. Hemen hemen her şeyimiz eksik olduğu için, hemen hemen her şeyi idareli kullanıyoruz. Biraz önce doğu cephesinden dönen YPG savaşçısı, IŞİD’in neredeyse sınırsız mühimmatı olduğunu ve bazen eğlence olsun diye ateş ettiklerini söyledi fakat YPG/YPJ savaşçıları bir kurşunu bile harcamamak için dikkatli nişan almak zorundalar.

Diğer bir deyişle Kürt savaşçılar kurşun ve cephanelerini bile idareli kullanmak zorundalar. Halk içme suyu için kuyular kazdı çünkü IŞİD, şehre su sağlayan boruları uzun süre önce havaya uçurdu. Elektriği jeneratörler sağlıyor, insanlar jeneratörlerin olduğu yerlerde kuyruğa girip telefonlarını şarj ediyor. Yemek, çay ve kahveyi de idareli kullanıyoruz.

Halkın kullandığı bazı silahlar insanı hüzünlendirecek kadar yetersiz. Bu gün iki yaşlı adam gördüm, birinde bir çifte diğerinde ise av tüfeği vardı. Savaşçıların taşıdıklşarı kalaşnikovların kundaklarını bantla sağlamlaştırdıklarını görmek ise son derece normal artık.

Kobane’de ilaç sıkıntısı var. Buraya gelen tüm ilaçlar Kuzey Kürdistan’da ki Kürtler tarafından kaçak yollarla Suruç’tan geçiriliyor. Bu Kürtler ilaçları sırt çantalarında direnişe yardımcı olmak için geçiriyor. Bu gün Halk Meclisi binasında Kobane’ye sırt çantalarında ilaç geçiren bazı beş genç ile tanıştım. Askerlerin ateş ettiğini ve neredeyse vurulacaklarını anlattılar. Buraya Türkiye Kürdistan’ından gelen herkes canını tehlikeye atmış oluyor çünkü Türk devleti sınır geçişini kapattı ve geçmeye teşebbüs edenleri vurmakta tereddüt etmiyorlar. Askerler ayrıca bu gün Kuzeye geçmeye çalışan 158 Kürt sivili yakaladılar. Şu anda Ali Kur köyünde tutuklu bulunuyorlar. Tutuklu bulunanlar arasında telefonunu gizlemeyi başaran bir kızla konuştum, bana askerin kendilerini Kobane’nin IŞİD’in elindeki bölümüne göndermekle tehdit ettiklerini anlattı. Benim kuşatma altındaki şehrimin durumu bu gün böyleydi. Tüm baskılara, ambargolara ve her yönden gelen terör saldırılarına karşın hala hayatta.

Bakalım yarın ne getirecek?


20 Ağustos 2014 Çarşamba

Yıllardır Sınanmamış ve Yenik Kürt Peşmergesinin Mücadelesi


Yazan: Isabel Coles

Kaynak: Reuters

Kuzeybatı Irak’ta cepheden çekilen Kürt peşmerge savaşçısının mühimmatı bitti ancak İslam Devleti militanlarınca yakalanma ihtimaline karşın son iki kurşunu kendi hayatını sonlandırmak için sakladı.

1,000 kilometrelik uzun cephede yürütülen iki aylık çatışmanın ardından Kürtler, daha fazla şehir, baraj ve petrol sahası kazanmak için Ortadoğu haritasını yeniden çizmeye çalışan İslam Devletine yol vererek, ilk ciddi sınavdan sınıfta kaldılar

Kelime anlamı ile “ölümü göğüsleyen” peşmerge, yenilmez savaşçı olarak itibar kazandı fakat sonunda intiharı göze alarak kendilerine saldıran daha iyi silahlanmış militanlarla aşık atamadığını kanıtladı.

Yenilgileri ile ilgili bilgi verilmemesi, ifşa etmemesi emredilen ve bu nedenle  adını vermek istemeyen peşmerge savaşçısı “Bizi gafil avladılar” dedi.

“Bizim sıktığımız her kurşun karşılığında bize 100 tane sıktılar. Nereden geldiklerini bile bilmiyorduk. Birbirimizle teması kaybettik. Yeterince silahımız yoktu. Tam bir kaostu” diye açıkladı Reuters’e.

Bir kaç gün içinde Kürtler, yıllardır ellerinde tuttukları kentleri, içinde on binlerce kişi ile birlikte, kafa kesme ve kurşuna dizme ile ünlü militanların vicdanına bırakarak kendi bölgelerinin sınırlarına çekildiler.

İslam devleti militanları Erbil’e 35 km yaklaşarak, ABD’yi 2011’de son bulan işgalden bu yana ilk kez hava saldırısı yapmak zorunda bıraktılar.

Bu sonuç İslam Devleti ile Irak içinde boy ölçüşebilecek bu tek gücün etrafındaki dokunulmazlık halesine hasar verdi ve Kürdistan’ın Irak’ta süregelen bu sekter çatışma içinde, ayakta kalan tek yama olma özelliğini tehdit etti.

Peşmerge Sözcüsü General Halgurd Hikmet; “bu durum bizim peşmergenin çekilişini gördüğümüz ilk örnekti ve hem peşmerge hem de tüm Kürt toplumu üzerinde derin etkileri oldu” dedi.

PEŞMERGE İŞGALDEN SONRA SINANMADI

Sayıları 200.000 civarında olan peşmerge, 20. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra çıkan milliyetçi akımlardan doğdu.

Saddam’ın demir yumrukla idare ettiği onlarca yıl boyunca, Irak’ın dağlık kuzeyinde bağımsızlık peşinde koşan Kürtlerin üstün koruyucuları olarak itibar gördüler.

Saddam boyunca kimyasal saldırılar ve suikastlar dahil sürekli askeri operasyonların hedefi oldular. Saddam’ı deviren 2003 Amerikan işgalinden sonra peşmerge aslında hiç kendini sınamadı.
Şii ve Sünniler sekter katliamlarla kıvranırken, Kürdistan kandan uzak kaldı. Sadece AK-47 tüfekleri ile donanmış olmak problem olmadı.

Bu durum İslam Devleti’nin önünden kaçan ABD eğitimli binlerce askerden geriye kalan, makinalı tüfek, hava savunma silahları ve tankları ele geçirmesi ile değişti.

İslam Devleti tarafından Ninova’da ki kentlerin ele geçmesinden sonra çekilen bir videoda peşmergelerin duvarda asılı üniformaları ve hala açık kalan televizyonda şanlı bir peşmerge yürüyüşünün görüntüleri görülüyor.

Atlantik Konseyinde ki akademisyen Remzi Mardini “Kürt tarihindeki en büyük hatalardan birisi, en kötü zamanlardaki kendine aşırı güvendir” diyor.

“Kürtler kesinlikle askeri kapasitelerini ve güvenlik kurumlarını  aşırı övdüler. Belki göğsü şişirip, güzel sözlerle avunmanın stratejik bir mantığı vardı ama bir çok Kürt bir şekilde kendi propagandalarına inandı.”

KONTROL NOKTASI ORDUSU

İslam Devleti Bağdat üzerine yürürken ve Irak ordusu mevzilerini terk ederken Kürtler kaostan yararlandı ve bir kurşun bile sıkmadan, bölgelerini bir gecede yüzde 40 genişlettiler.

Peşmerge savunma pozisyonu alarak, tam bir çatışmaya girmeden ufak sürtüşmelerle Kerkük şehrindeki petrol sahalarını ele geçirdi.  Kürt resmi makamlarına göre, İslam Devletinin Musul’u ele geçirdiği 10 Haziran tarihinden bu yana 150 peşmerge hayatını kaybetti.

Peşmerge 2003’te Irak depolarından alınmış Sovyet döneminden kalma silahları ile son iki yılda Suriye savaşı sayesinde yeteneklerini parlatan düşman karşısında hazırlıksızdı.

Petrol endüstrisi de dahil bir çok şirkete danışmanlık yapan Londra temelli AKE danışmanlıktan John Drake “peşmerge kontrol noktalarını korumakta kullanılırdı fakat Kürtler arasında olmayan, bu tarz yüksek yoğunluklu çatışmaya alışkın değiller” diyor.

Ek olarak İslam Devleti uzun menzilli toplar, tanklar, zırhlı araçlar, roket rampaları ve keskin nişancı tüfekleri olmak üzere tonlarca mühimmat ile daha iyi donanmıştı. Para içinde yüzüyorlardı.

Amerikan hükümeti askeri ekipman açısından sızlanan Kürtleri şimdi doğrudan silahlandırmaya başladı. Bu tehdit ise petrol ve bütçe üzerinden dönen federal hükümet-Bağdat gerginliği yüzünden ilişkilerin işbirliğine dönüşmesini tetikledi.

Bush yönetimi boyunca Beyaz Saray’da Irak üzerine çalışan Charles Dunne Kürtlerin kendilerini korumak için yeterince güçlü olduğunu ama kaybettikleri toprağı yeniden kazanamayacaklarını söylüyor.
“KBY askeri güçlerinin sınırlarının güneyini yeniden almak için savaşma kapasiteleri ve/veya niyetleri olduğunu sanmıyorum, iyi bir istihbarat ve silah yardımı ile ancak bölgelerini koruyabilirler.”

ESKİ PEŞMERGELER YOK ARTIK

Saddam ordusu ile savaşarak peşmergelerin yiğitliğini ve cesaretini dilden dile yayan savaşçılar ya yaşlı ya da ölü, yeni kuşağın deneyimi varsa bile çok az.

Bir çok peşmerge aylık ortalama 650,000 Irak Dinarı (560 USD) olan ortalama ücrete ek olarak ikinci bir işte çalışıyor.

Peşmergeyi “yetenekli ve disiplinli” olarak değerlendiren bir Amerikalı yetkili “Peşmergenin hafif silahlı tugaylarının bir savaşta test edilmesinin üzerinden çok zaman geçti, İslam Devletinden sağlam bir kaç yumruk yemiş olmaları şaşırtıcı değil” diyor.

“Peşmerge şu anda savaş alanında da gördüğümüz gibi yeniden savaşa dönecek yetenek ve dirence sahip”

Son bir kaç gün içinde Kürtler yeniden tutunmaya başladı. Binlerce insan gönüllü olarak peşmergeye katılmak için akın ederken, Mahmur ve Gwer Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) yardımı ve Amerikan hava saldırısı desteği ile yeniden alındı.

Daha doğuda, Jalawla’da, Kürtlerin iç rekabetlerinden kaynaklanan durumdan dolayı kent İslami Devlet tarafından geri alındı.

Her ne kadar peşmerge İslam Devleti’ne karşı birlik gibi olsa da, hala birbirleriyle 1990’lar boyunca savaşan, iki ana partinin kontrolü altında.

Peşmergeyi revizyondan geçirme ve birleşik bir komuta sistemine bağlama planları henüz hayata geçmemiş. Önemli bir Kürt politikacı Reuters’a, en sorunlu birliklerin karışık birlikler olduğunu, çünkü her partinin en iyi peşmergeleri kendine sakladığını söyledi.

En tecrübeli peşmerge komutanlarının bile İslam Devleti’nin gaddarlığı karşısında sersemlediğini itiraf eden Irak Dış İşleri Bakanı Hoşyar Zebari, “Evet, bazı bölgelerde aksilikler, geri çekilmeler oldu ama bu normal bir savaş değil” dedi. “Kimse peşmergenin yetenek ve kapasitesini hafife almasın, Küçük, hareketli birliklerle ve hızlıca saldırıyorlar, bir alanı kontrol etmiyorlar” diye ekledi.

TAKTİK GERİ ÇEKİLME?

Peşmergenin Şengal’den geri çekilmesi, binlerce Ezidi’yi kendilerini şeytana tapanlar olarak gören İslam Devleti’nin insafına bıraktı ve binlercesi zerre yiyecek ve içecek olmadan dağlara sürüldüler.

Bir çok Ezidi, geri çekilen peşmergeye kendilerini korumak için silahlarını kendilerine vermeleri için yalvardılar ama peşmergeler kabul etmedi.

“Bir çok Kürt yetkilinin taktik geri çekilme olarak nitelediği durum için peşmerge sözcüsü Hikmet, “Hiç bir cepheden geri çekilme emri yoktu, bu bir ihmaldir” dedi.

Hikmet ayrıca bu durumdan sorumlu saha komutanlarının soruşturma altında olduklarını söyledi ama peşmergenin kendilerine ihanet ettiğini düşünen Ezidi’lerin güvenene kazanmak için bundan daha fazlası gerekli.

Ailesi ile Şengal’den kaçıp dağı aşan ve Suriye üzerinden Duhok’a gelip yerleşen 31 yaşındaki Ezidi Firaz “Eskiden kendimizi güvende hissederdik, biz onlara güvendik ama onlar bize ihanet etti, bizi mahvettiler, artık onlara nasıl güvenebiliriz?” diyor.

Şengal’de yaralanan peşmerge koltuk değnekleri ile yürürken bize bileği iyileşir iyileşmez görevine döneceğini söylüyor ama her hangi bir savaşa katılmayı beklemediğini de itiraf ediyor.

“Başka bir savaşın bir gün kapımıza geleceğini hiç düşünmemiştik” diyor.



Katkıda bulunanlar

Michael Gregory-Bağdat
Warren Strobel ve Missy Rain – Washington DC
Peter Apps – Londra
Editörler: Michael Gregory, Peter Millership ve Will Waterman.

_____________________________________________________________________________________________________
Bu yazı tarafımdan http://www.trust.org/item/20140813165449-d29v5/?source=search adresindeki orijinal metinden çevrilmiştir.

23 Haziran 2014 Pazartesi

Kelebekler Ölürken...

Twitter'dan bir arkadaş edindim. Amed'de kasapmış. Vejeteryan olmamakla birlikte et konusunda çok cahilim, pirzola ne bilmem ya da antrikot. Bana hep karmaşık gelir, sonuçta hepsi et. Bunları sorup öğreneceğim biri çıktı diye sevinirken, kasap arkadaşımın yazar olacağı tuttu. Önce bir yazıda Amed'in yoksullarını andı. Okudukça, bıçağın tezgahtaki ete değil, bana saplandığını hissettim. Maalesef kasap arkadaşımın durmaya niyeti yoktu. Sonraki yazısında başkentimizin talan edilmekte olduğunu yazdı. Bu kez satırla şah damarıma vurulmuş gibi hissettim. Sarsıldım. Yoksa bir yalanın içinde mi yaşıyorduk? Çağrışım üstüne çağrışım derken aklıma Yevtuşenko düştü. Açtım okudum.

Gençlere yalan söylemek yanlıştır.
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrının gökyüzünde oturduğunu ve yeryüzünde
İşlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğinizi. Gençler halktır.

Sonra sayfaları geriye çevirip, kitabı aldığım tarihe baktım. Uzun zaman geçmiş, genç olduğum yıllar. Tam da bu kitabı okuduğum zamanlarda, okumaktan konuşmaya kadar her şeyi öğrendiğim bir abim, her zamanki gibi konuşurken pat diye, "kelebekleri sevmek demek, kelebek avcıları ile savaşmaktır" demişti. Ağzından çıktığı zaman abimin ağırlığına pek yakıştıramadığım bu aforizma, aslında çok ağırmış. Bunu yaşlandıkça anladım. Düşünsenize, birisi sizin sevdiğiniz kelebekleri gözünüzün önünde avlıyor ve siz oturduğunuz yerden seyrederek hala sevmeye devam ediyorsunuz. İkiyüzlülük. 

Tabii kelebekleri sevdiğimiz gibi bir kenti, bir kuşu, bir dereyi, suyu ve bazen taş atan çocukları da seviyor, övgüler diziyoruz. Gelgelelim bu kasap arkadaşımın iddiasına göre, sevdiğimiz bu çocukların yarısı o taşı atarken aç. Gerçek fiziksel açlıktan bahsediyorum. Kale gibi korudukları mahallelerinde yoksulluk kol geziyor. Şiirlerdeki romantik yoksulluk değil, bildiğin kesif, elle tutulur yoksulluk, sahip olamama, hep yutkunma, hiç bir zaman bir kasabın müşterisi olamama yoksulluğu. Kamyon kasalarına doluşup, kendisinden nefret eden insanların tarlalarında, bahçelerinde çalışmaya gitmenin yoksulluğu. Bir çuval un ve bir torba kömürün çok değerli olduğu yoksulluk. 

Fikirler avcıların kovaladığı kelebekler gibi zihnimde uçuşurken düşünmeye devam ettim. Çocuklar aç, kelebekler ölü, dereler kuru ve dağ bayır zenginler arasında bölüşülmüşse, biz o yeni ülkeye sığabilecek miyiz? İşgal ve sömürünün her türlüsüne karşı iken, zihnimizi işgalden kurtarabildik mi? Belli ki cevap hayır. Kapitalizmi ya da modernizmi kağıtta eleştirip, hayatta baş tacı etmek, gençlere yalan söylemektir ve gençlere yalan söylemek yanlıştır.

Aslında sanıldığı gibi, devrimci olmak iddiasındaki bir hareketi çürüten, yavaşça öldüren olgu devletin / ordunun / polisin baskısı değildir. Dağlarda ölen, mezarları heyelanlar, seller ile tesadüfen ortaya çıkanların mirasını tüketeceğiniz yer, günlük hayattır. Günlük hayatı örgütleyemeyen yenilir, bu kadar basit. Yoksulluğa, yozlaşmaya, kamyon kasalarına, hapisteki militanının ailesine, hastanın derdine çözüm bulamayan, kendine yabancılaşır, giderek sevmediğine dönüşür. 

Peki ne yapmalı? 

Gençler, rastladığınız kusurları bağışlamayın,
Tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar
Ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar.

Eğer belediyelerimiz, parti binalarımız burjuva karargahları haline geldiyse geri alacağız. Belediye meclislerinin aldığı her kararı takip edeceğiz, yaptıkları her toplantıya gideceğiz, parti binalarında oturup "demokratik özerklik ne zaman?" diye soracağız. Bu hareketin liderinin talebine rağmen, mevsimlik işçilik sorunun neden çözülmediğini soracağız, ekonomik sorunların çözümü için neler yaptıklarını denetleyeceğiz ve projeler önereceğiz. Geçmişte aynı yollarda yürüdüğümüz insanlara hala yolun aynı yol olduğunu, yavaşlama nedenimizin kendisinin büyüyen göbeği olduğunu sık sık hatırlatacağız. "Ya bunlardan ne çıkar kardeşim" diyenlere aldırmayacağız.

20 Haziran 2014 Cuma

Klozet ve Devrim

Tarlanın biraz kenarındaki tepeye kurduğumuz kulübenin yolunda babamın 74 model Renosunu gördüm. Karşılamak için kalktım. Babam yirmi metre daha sürdükten sonra arabayı durdurup indi, dört beş adım arkasında siyah çarşaflı üvey annem ile yürüyerek bulunduğum tepeye tırmandılar. Üstüm başım çamur, yüzüm güneşten simsiyah, arkamda altı yüz dönüm domates tarlası, tütünden sonra ziraatin sıfırlandığı şehirde hiç yapılmamış bir iş yapıyoruz, tamamı damlama sulama, elektronik filtreler, tarlada iki yüz işçi çalışıyor, her gün şehirden insanlar gelip hayran hayran seyrediyor. Babam tepenin üstünde durdu, ben kasım kasım kasılırken, ellerini arkada kavuşturmuş, yüzü ekşimiş, mutsuz bir şekilde tarlaya baktı. "Bu ne yav?" dedi. "Bu toz toprağın içinde rezil olasın diye mi okudun? Kendine maaşlı bir iş bulamadın mı?"

Son zamanlarda muhafazakârlık/ilericilik/devrim vb. kavramlarını her düşündüğümde, aklıma hep babamın bu tavrı gelir. Eminim ki, 1750'lerde harıl harıl çalışıp klozeti insanların hayatına katmayı planlayan John Harrington'un başında da "başka işin yok mu senin?" diye dır dır eden bir "baba" vardı. Oysa çok değil, bundan üç beş yıl önce saygın İngiliz tıp dergisi Lancet'in oylamasına katılan hekimler, klozeti son yüzyılın devrim yaratmış, en büyük tıbbi buluşlarından birisi olarak seçtiler. Düşünsenize, MR, röntgen değil, klozet, bildiğin klozet. Tabii bunu babama söyleyemezdim, hiç bir zaman söylemedim. 

Sitelerde, gazetelerde okuduğum yazılardan, sosyal medyadaki aforizmalardan, analizlerden tanımaya çalıştığım bir muhafazakar tipoloji var. (Şimdi yalan olmasın 85'ten beri de aralarındayım) Devrimi sadece burçlara dikilen orak çekiçli kızıl bayraklar, dumanlar, kurşunlar, tulumlu kızgın suratlı proleterler falan olarak algılayan ve "devrim değil, Kürdistan istiyoruz" diye tutturan Kürt muhafazakarlarına kıyıp, "sabah akşam çişini yaptığın klozetten devrim çıkmışsa, Ortadoğu'da en az iki ülkenin paramparça olup, yeni bir ülkenin doğmasından hayda hayda devrim olmuştur" diyemiyorum. Üşeniyorum. Amedlilerin dediği gibi "edemiyorum söyleyeyim"

Peki gerçekten öyle mi? Bir devrim durumu var mı? Yine takdir edersiniz ki babama sorsaydım "ne devrimi lan?" der, fırçayı basardı. Tabii ki yanılırdı. Çünkü çoğu zaman içinde bulunduğumuz olağanüstü koşulları o an algılayamıyoruz. Buharın sanayiye girmesi ile sanayi devriminin göbeğinde kalan ama "o an"ı fark edemeyen Manchester'li tekstil işçilerinin görmediği gibi, tarihin kırıldığı noktalardan birisinde yaşadığımızı göremiyoruz. "O an" başlar ve sürerken biz hala bazen 40, bazen 100, bazen 1500 yıllık ezberlere sığınıyoruz.

Oysa Ortadoğu'da tarih, sert bir dönemeçte savruluyor, başımıza örülen çorabı sökecek ipin ucu artık elimizde. Yeni bir devrim durumu ile karşı karşıyayız. 1916 yılından beri kürtleri cendereye alıp, çok bilinmeyenli denklemlere sıkıştıran Sykes-Picot sınırları paramparça oluyor. Bir Kürt devriminin 'objektif koşulları' hiç bu kadar olgunlaşmamış, Ortadoğu hiç bu kadar alt-üst olmamıştı. Yıkmayı başaramadığımız sınırları, IŞİD'in  "enternasyonalist tugayları" yerle bir ediyor, en azından deniyor. Kanımca bu durum Kürt muhafazakarları iki yönden kıskaç altına alıyor. Birincisi devrim durumundan kaynaklı karmaşanın verdiği huzursuzluk ve düzenden uzaklaşma rahatsızlığı, ikincisi alttan alta kısa bir süre sonra hakim hale gelecek İslam'ın IŞİD yorumu ile girişilecek hesaplaşmanın sıkıntısı. Mesela Azadi İnsiyatifi'nin daha bundan bile haberi yok, geçen gün bir deklarasyon okudum, olay Ortadoğu'da değil, Hollanda-Almanya sınırında geçiyor, IŞİD ve onun selefi yorumu ise Avustralyalı aborijinler arasında moda olan bir tarikat muamelesi görüyordu. Muhtemelen gerçek durumla, IŞİD Amed'e gelip, kurumun kapısını çaldığı zaman hesaplaşacaklar. Tam bu anda, nedensiz yere gözümün önüne Takva filmindeki mümin kardeşimiz geldi.  Neyse konuyu dağıtmayalım. 

Fırsatlar kadar riskleri de barındıran bu alt-üst oluş durumunu değerlendirebilecek, yönlendirebilecek subjektif koşullarımız var mı peki? Var Allah'a şükür! Bir büyüğümüzden sözünü ödünç alıp, "Rojava devrim değilse, yeryüzünde hiç devrim olmadı" demek istiyorum. Beş yıl önce kimliği olmayan kadın Kürt savaşçının, silah tutmayan boştaki elini minnet ve şükranla sıkan Arap aşiret reisinin verdiği resim devrim değilse, devrim başka nasıl olur? Bunu gerçekleştiren, koruyan, büyüten irade "subjektif koşullar" kriterine harfiyen uyuyor kanaatindeyim. Aynı durum Başur ve Bakur parçaları için de geçerli. 

Bütün bu fırtınanın bulanıklaştırıp çalkaladığı sular durulduğunda, su yeniden berraklaştığında Kürdistan'ın her parçası için sudaki taşların yeniden dizilmiş olduğunu göreceğiz, muhtemelen durum lehimize olacak. Buradaki sorun şurada düğümlü; benim rahmetli babam ya da rahmetli John'un rahmetli babası gibi mi davranacağız? kolları mı sıvayacağız? Zira "tarihi yorumlayanların değil, tarihi değiştirenlerin" arasında olmak daha eğlenceli olabilir. Hiç bir şey olmasa insan daha sonra çoluğuna çocuğuna anlatır, biraz hava atar.

21 Kasım 2013 Perşembe

Boyunduruktan Muz Cumhuriyetine: Güney Kürdistan



Yazan : Kamal Chomani  @KamalChomani

Irak’ın Kürdistan bölgesi ile Türkiye arasındaki son enerji işbirliği bir çok kişi tarafından, Kürtlerin uzun zamandır ertelenmiş düşü olan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin (KBY) bağımsızlığına giden yol olarak görülüyor. Bununla birlikte bütün yumurtaları Türkiye’nin sepetine koymak Türkiye’ye bağımlı bir KRG yaratmakta ya da Türkiye’nin sömürgesi olmaya başlamak, Türkiye’nin Kürdistan’a karşı geliştirebileceği pozisyon değişikliklerinde KBY’yi kırılgan hale sokmaktadır.

 Irak’ın Kürdistan bölgesi 45 milyar varillik rezervi ile devasa petrol firmaları için merkez haline geldi. KBY’nin son Türkiye ziyareti ve Barzani’nin Başbakan Erdoğan dahil Türk yetkililer ile görüşmesi milyarlarca dolar değerindeki boru hattı projesinin ortaya çıkması ile sonuçlandı. İlginç olan, bir boru hattının neredeyse bitmek üzere olması ve bir diğerinin yolda olması. Daha ilginci ise, Türkiye’nin KBY kaynaklarına ulaşarak Rusya ve İran gazına olan bağımlılığını bitirmeyi umuyor olması. Aynı zamanda Türkiye KBY’nin enerji gelirlerini Türk bankalarında tutmayı umuyor.

AKP’nin bölgenin yeni Osmanlısı olma rüyası, dinamik bir ekonomi ve Körfeze doğru emniyetli bir güzergah gerektiriyor. Ancak, KBY yedeği olabilir. Yaklaşık 1.000 Türk şirketi ve 30.000 Türk vatandaşı Kürdistan bölgesinde çalışıyor.  Gerçekte, Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarına yetecek gaz ve petrol yok. İran ve Rusya’nın Türkiye’ye gaz sağlamalarına rağmen, Suriye krizi Türkiye-Rusya ve Türkiye-İran ilişkilerinde sorunlara yol açtı.  Buna rağmen Türkiye KBY’den daha ucuz daha fazla gaz alma imkanına sahip oluyor. Kaynaklar bu fiyatın Rusya ve İran’a ödenenin yarısı olduğunu açıklıyor.

Sırf mantar gibi fışkıran otel ve devasa alışveriş merkezlerini görmek için Erbil’e yolunuz giderseniz, Türk şirketlerinin ve işgücünün Kürt pazarını nasıl işgal ettiğini görebilirsiniz.

Eğer Türkiye, Kuzey Kürdistan’daki Kürt topraklarının sömürgecisi ise, Güney Kürdistan’ın da yeni sömürgecisi olmaya çabalamaktadır. Türkiye KBY üzerindeki kültürel, politik ve ekonomik etkisi arttırmıştır. Kültürel alanda, Fethullah Gülen okulları ve üniversiteleri KBY’nin yardımı ile açılmaktadır. Ekonomik alanda, bölge ve dünyadaki hiç bir ülke Türkiye’nin buradaki varlığı ile rekabet edemez. Politik olarak Türkiye’nin entrikalarına karşı pozisyon üretecek adımları atamayacak kadar kaotik durumdadır. Bu ikili arasındaki dengesiz ilişki Kürdistan Bölgesindeki bir çok kişiye Osmanlı Sultanlarının dönüşünü hatırlatmakta ve korkutmaktadır.

Boru hatları KBY’nin istikrarlı ve gelişen bir ekonomiye ulaşmasını garantilemekte önem taşımaktadır. An itibarı ile KBY’nin 100 milyar doları aşan Irak bütçesindeki payı % 17’dir.

KBY’nin ekonomik ve diğer alanlardaki tekelci oligarşik, aşırı yozlaşmış ve kayırmacı tutumu olmasaydı, bölge daha gelişmiş, demokrasi ve ifade özgürlüğü daha başarılı olacaktı, toplum boru hattı projeleri dahil olmak üzere KBY’nin projelerine daha iyimser bakacaktı.

KBY’nin gaz ve petrol ile ilgili 2013 planları, özellikle uluslararası pazara Türkiye üzerinden iletilecek günlük 250.000 varillik proje imzalanması merkezi Irak hükümetini de endişelendiriyor.

Petrol şirketleri merkezi Irak hükümeti ile yaptıkları teknik hizmet anlaşmalarına kıyasla, KBY ile yaptıkları ortak üretim anlaşmalarından o kadar çok kazanıyorlar ki, Exxon Mobil merkezi hükümetin kendisini Güneydeki petrol sahalarından atma tehdidinden endişe bile etmedi.

Erbil-Bağdat arasındaki yaklaşım farkları çözümsüz durumda. ABD bu konuda KBY’yi desteklemedi. ABD ayrıca KBY-Türkiye enerji işbirliğinden çok endişeli ve KBY’yi petrol politikaları ile ilgili destekleme ya da karşısında durma ikilemi ile karşı karşıya. Her iki durumda da KBY, Türkiye ile daha güçlü bağlar kurmayı planlıyor.

Erbil – Bağdat arasındaki tansiyondan hoşnut olmayan ABD, Irak’ın parçalanmamasından yana tavır almış durumdadır. Bağdat4ı kamuoyu önünde açıkça destekleyerek, ABD’nin ülkenin tüm parçalarındaki petrol kaynaklarına ulaşımını garantilemek istemektedir.

Bu durum KBY’nin ExxonMobil ve Chevron ile imzaladığı anlaşmaların kendisini Irak merkezi hükümeti ve çevre ülkelerden gelecek tehditlere karşı koruyacağı ve bu şirketlerin Kürdistan’ın çıkarları için lobi yapacağı düşüncesinin yanlışlığını açık bir şekilde gösteriyor.

Bu iki dev şirketin varlığının, iki ABD tugayının KBY’de bulunmasına eşdeğer görülmesine ragmen ABD, petrol çıkarları tehdit altında olduğunda bir şekilde koruma sağlayacaktır. Aynı şekilde ABD ve Türkiye yakın ilişkilere sahip olsa da ABD, Irak’tan yeşil ışık görmeden Türkiye-KBY ticari ilişkilerine karşı bir pozisyon almaya devam edecektir.

Petrol ve gaz KBY’nin bölgesel bir oyuncu olarak görülmesine olanak sağladı. KBY-Türkiye hattı 2013 sonunda tamamlandığında, Kürdistan petrol uluslararası limanlara ulaşabilecektir.

KBY-Türkiye ilişkileri zirvede olmasına rağmen gerçekte ilişki daha çok Mesut Barzani liderliğindeki KDP ile Türkiye arasındadır. Mesut Barzani ve delegasyonunun son Diyarbakır ziyareti (insanların kızgınlıkları ve diğer partilerin endişelerini unutmadan) bu ilişkinin nasıl formüle edildiğini göz önüne sermektedir.

Türkiye’nin yaklaşık 1000 firması (diğer bütün ülkelerden fazla), KBY’de faaliyet göstermektedir. 10 milyar dolarlık Türk yatırımı ve ticareti KBY’yi Türkiye’nin yeni sömürgesi haline getirmektedir. Türkiye’nin KBY’de ki pazara daha çok ihtiyacı olmasına rağmen, KBY giderek bağımlı bir muz cumhuriyeti haline gelmiştir. Türkiye ile KBY arasındaki ticaretin2013 yılı içinde şaşırtıcı bir şekilde 15 Milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.  Bu durum Türkiye’nin gayri safi milli hasılası için Almanya, İngiltere ve Fransa ile yaptığı ticaretten çok daha karlıdır.

Boru hattı hem Türkiye-Irak hem de Erbil-Bağdat arasındaki ilişkilerde gerilim yaratmıştır.  Bununla birlikte Ankara-Bağdat arasındaki son gelişmeler (Davutoğlu’nun ziyareti ve Maliki’yi resmi olarak davet etmesi dahil) KBY liderliğinde Türkiye’nin Bağdat’ta daha fazlasını bulması halinde, kendilerini ortada bırakabileceği ile ilgili alarm zilleri çaldırmaya hizmet etmeli. Bu kırılganlığın çok önemli ve tek nedeni var: KBY’nin şu anda uluslararası pazara, özellikle denize ulaşmak için Türkiye’den başka opsiyonu bulunmuyor.

KBY’nin en büyük önceliği gaz ve petrol için başka güzergahlar bulmak olmalıdır. Şu ana kadar sadece, kendi Kürt sorunu olan ve binlerce Kürdü katletmiş bir ülke olan Türkiye ile bölgesel enerji ilişkileri kurmuştur. Verili durumda KBY ve Türkiye arasındaki ilişki daha çok iki siyasi parti, yani AKP ve KDP arasındaki ilişkidir. İki ülkeden birinde siyasi durumun değişmesi bu ilişkiyi tehlikeye düşecektir.

Muhalefetteki CHP ve MHP tekrar iki büyük parti olamazsa bile İstanbul’daki kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi özellikle Gezi protestolarından sonra AKP’de bir düşüş var. Dahası Türkiye’de Kürtlerin mücadelesi ilerliyor ve belli ki Türkiye-KDP ilişkilerinin kendi aleyhine inşa edildiğini düşünen PKK, KDP’nin geliştirdiği Türkiye-KBY ilişkisinden hoşnut değil.

KBY uluslararası limanlara ulaşmak için başka bir yol bulmalıdır. Eğer Barzani ve KDP daha akıllıca davransaydı, PYD ile ilişkileri normalleştirseydi, Ürdün üzerinden ihracat pazarına ulaşmak için Rojava seçeneğini kullanabilirdi.

Maalesef KBY liderliği Kürtler arasında ilişki ve bağları güçlendirmek yerine, Rojava’ya karşı geliştirilebilecek tüm kirli oyunları hayata geçirdi.  Rojava Esad sonrası Suriye politikasında ve haritasında en büyük oyuncu haline geldi. Yaarubiye sınır kapısının El Kaide kuklalarından kurtarılması uluslararası ve bölgesel güçlerin PYD’yi daha ciddiye almalarına neden oldu. Artık PYD göz ardı edilemez. Esad sonrası Suriye devasa ekonomik bağlantılara ihtiyaç duyacak. Eğer Erbil Rojava’ya karşı komplolarına son verirse, Rojava Şam ve Erbil’i yakınlaştırabilir.

Bir diğer güzergah ise İsrail’in Uluslararası Hayfa Limanı’dır. Bu bazı uzmanlar tarafından tartışılsa bile KBY’nin İsrail ile kurulabilecek ilişkilere şüpheli yaklaşan kamuoyu problemini çözmesi gerekecek.

KBY Irak’ın bileşenlerinden birisi ancak, Irak’ın Kürdistan, Sünnistan ve Şiistan olarak üçe bölünmesi ile bağımsızlığını kazanması daha kolay olacaktır. Bu aynı zamanda sekter şiddetin gün gün arttığı Irak’ta ki kan banyosunun sona ermesinin tek yoludur. Geçen ay ölen sivil insan sayısı 5.000’I bulmuştur. Eğer bölünme gerçekleşirse, Kürtler hem sünniler hem de şiiler ile iyi ilişkiler kurar hem de Şia devleti aracılığı ile denize ulaşabilir.
Sonuçta KBY uluslararası pazara ulaşacak başka bir güzergah bulamazsa, Irak’tan kazandığı bağımsızlık, Türkiye’ye bağımlılığa dönüşecektir. KBY, Türkiye’de ki Kürt sorunu çözülmeden, Türkiye’nin hiç bir Kürdün dostu olamayacağını akılda tutması gerekir. Eğer Türkiye KBY’den büyüleniyorsa bunun iki nedeni vardır: KBY kaynaklarına ulaşmak ve KDP-PKK arasındaki çatışmaları körüklemek.